Özet (AI):
Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sınırlarını, toplum tarafından belirlenip kurulan ve öğrenilen kalıplar ile çizen bir kavramdır (Özaydınlık, 2014, s. 94). Toplumsal cinsiyete dayalı olarak belirlenen roller, çocukluktan başlayıp zamanla öğrenilir ve kültürden kültüre değişim gösterirler. Bireyler bu toplumsal cinsiyet rollerini, toplumların değer yargılarından öğrenir (Dinç Kahraman, 2010, s. 30). Toplumsal cinsiyet rolleri arasında beliren farklara bakıldığında, kadına biçilen roller pasiflik, sakınma, korunma ve savunma etrafında şekillenmiştir (Bingöl, 2014, s. 109). Kahraman'a göre (2010, s. 30) Türk toplumunda geleneksel olarak kadınlara öfkelerini göstermemeleri, diğer insanları mutlu ve rahat ettirmeleri gerektiği, durumlarından hoşnut olmaları öğretilir. Bu nedenle kadınlar kendilerine güvenmeyen, başkalarının verdiği kararlara uyan, duygularını gizleyen, sessiz ve uyumlu nitelikleri ile, şiddet görmeyi kabullenmeye eğilimli bireyler olarak yetiştirilmektedirler. Aktaş (2013, s. 56), kişiler arası ilişkilerin yanı sıra toplumların çeşitli kurumlarındaki iş ve özel ilişkilerin de gelenekleşmiş önyargılar tarafından inşa edildiğine dikkat çekerek, kadınların aile içinde etken, sosyal yaşam alanı içinde ise edilgen konumlara sıkıştırıldığından söz etmektedir. Kadın ve erkeklerin kimliklerini, sosyal kurumların kadın ve erkeğe yönelik kimlik tanımlamaları belirlemekte, bu kimlikler öncelikle aile içinde bireylere aktarılmaktadır (Aktaş, 2013, s. 58). Ataerkil yapısını korumaya devam eden Türk ailesinde kadın, erkek ile aynı konumda değildir. Kadın ancak erkek çocuk doğurduktan sonra aile içinde güç ve statü kazanabilir. Dolayısıyla Türk toplumunda kadın, annelik rolü ile tanımlanmaya devam etmektedir (Bingöl, 2014, s. 112). Kadının ya birisinin kızı, ya da karısı olarak tanımlandığı, tek başına var olmasının neredeyse mümkün olmadığı Türk toplumunda kadının en önemli görevleri ev işlerini yapmak, çocukları yetiştirmek, eşine ve çocuklarına 'manevi' destekte bulunmak, çocuk doğurmak olarak sıralanmaktadır (Aktaş, 2013, ss. 55-56). Benzer durumun, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşandığını söylemek mümkündür. Bölgede erkeğin belirleyici, kadının ikincil konumda olduğu bir soy ideolojisinin geçerli olduğu görülmekte, soyun belirleyicisi erkek olduğu için otorite de erkeğin ellerine teslim edilmektedir. Evin yönetimi ve ekonomik kaynakların denetimi de büyük oranda evin 'reisi' olarak kabul edilen erkeğe aittir. Kadın, aileye ait işyerinde çalışıyor olsa bile, gelir sahibi olarak anılmaz. Bölgede evlilik, aşiret ve akrabalık sisteminden etkilenmekte, soy/aşiret bütünlüğünü korumak amacıyla aşiret içinden evlilikler gerçekleştirilmektedir. Burada değinilmesi gereken bir nokta da, erkeklerin eşlerine yönelik bakış açıları ve onları nasıl tanımladıklarıdır. Bölgede yapılan bir çalışmada erkeklerin yüzde 80'i eşini 'ev hanımı' olarak tanımlarken, sadece yüzde 17,8'lik bir kesimi eşini 'tarım işçisi' olarak tanımlamıştır (Ökten, 2009).