DİN NEDİR? TEVHİD, İBADET, MUAMELAT VE AHLAKIN BİRLEŞİMİ
Özet (AI):
Din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini bildiren ilahi bir nizamdır. Bu nizam, yaratıcı ile kulları arasında bir ilişki kuran, usul ve kaidelerden oluşan bir manzume olarak tanımlanabilir. Semavî dinler, ortak bir kökene sahip oldukları için temelde birbirine benzer özellikler taşır; bu benzerlik, tevhid inancı etrafında şekillenir. Tevhid, tek Allah’a inanmayı zorunlu kılar ve dinlerin menşei vahiy ve nübüvvettir. İslam dininin temel öğretileri, ilk insan ve peygamber olan Âdem (a.s.) ile başlamış, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ile son bulmuştur. Âdem (a.s.), çocuklarına tevhid inancını öğretmiş ve bu öğreti, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer semavî dinlerde de varlık göstermiştir. Hiçbir peygamber, Allah’tan aldığı vahiy dışında kendi başına yeni bir buyruk getirmemiştir. Dolayısıyla, tüm peygamberlerin davası, Allah’ın razı olduğu din olan İslam’dır. İslam, tevhid akidesi üzerine kuruludur; bu akideye göre yalnızca Allah’a ibadet edilir. Bu sebeple, İslam dışındaki tüm inanç ve sistemler geçersizdir. Zamanla insanlar, ilahi dinlerden uzaklaşarak batıl inançlar ve hurafeler geliştirmiş, böylece beşeri dinlerin oluşmasına neden olmuşlardır. Bu durum, insanların Allah’ın dinine ve peygamberlerinin getirdiği öğretilere muhalif bir yola girmesine yol açmıştır. Semavî dinler arasında, bozulmadan günümüze kadar ulaşan tek din İslam’dır. İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim, hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş ve hükmü kıyamete kadar devam edecektir. Hadislerde din iki kısma ayrılmış, Hak din olan İslam ile İslam’ın dışında kalan batıl dinlerdir. Kur’an, Yahudi ve Hristiyanların kutsal kitaplarında meydana gelen tahrifatları vurgulayarak, bu tahrifatlar sonucu inançlarının sapmalar gösterdiğini belirtmektedir. Kur’an’a göre, Yahudi ve Hristiyanlar, kutsal kitaplarında yaptıkları tahrifat nedeniyle, inançlarını ve öğretilerini yalnızca yorumlar ve oluşturulmuş kaynaklardan almak durumunda kalmışlardır. Bu durum, orijinal vahiy ile dinî öğretiler arasındaki uyumsuzluğu ortaya koymaktadır. İslam dininde, bireylerin ya da grupların kişisel düşüncelerini, söylem ve eylemlerini, dinin temel esaslarıyla özdeşleştirmeleri kabul edilmez. İslam’ın öğretileri, vahiy ve sünnet çerçevesinde şekillenmiş olup, bireylerin ya da grupların, kişisel görüşlerini veya eylemlerini bu esaslarla çelişen bir biçimde tanımlamaları, dini anlamda geçerlilik taşımaz. İslam’a göre, dini doğru bir şekilde temsil etmek, sadece vahiy kaynaklı öğretilerle uyumlu olmakla mümkündür. Bu bağlamda, bazı kötü niyetli bireyler, İslam’ı temsil etmeyen menfi tutum ve davranışlarını, İslam ile ilişkilendirerek yanlış bir algı oluşturabilirler. Ancak bu tür bir yanlış temsil, dinin özünden sapmalar içerdiği için, İslam’a dair doğru bir değerlendirme biçimi olarak kabul edilemez. Ayrıca, İslam dışı inançları her ne kadar batıl olsa da küçümsemek, aşağılamak ya da alay etmek, İslam’a ve genel olarak dinî değerlere karşı saygısız bir tutum sergilemektir. Bu da dini anlamda uygun değildir. Dinî inançlar, bireylerin manevi kimliklerinin ve toplumsal yaşamlarının temel unsurlarını oluşturur. Her bireyin inancı ve bu inanca dayalı ritüelleri, onun kutsal değerleriyle ve manevi gerçeklikleriyle bağlantılıdır. Bu nedenle, beğenilmeyen inançlar, birtakım ibadet şekilleri, ya da dini emirler, bir toplumun ya da bireyin inanç dünyasında önemli bir saygı ve kutsallık taşır. Akademik bir perspektiften bakıldığında, farklı dinlerin ve inanç sistemlerinin bireyler açısından taşıdığı kutsallık ve saygı duygusunu göz önünde bulundurmak, toplumsal barış ve hoşgörü için gereklidir.Dinî inançların ve değerlerin bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl şekillendiğini anlamak, karşılıklı hoşgörü ve saygıyı pekiştirecek bir yaklaşımdır. Bu tutum, dinî çeşitliliği anlamak ve farklı inanç sistemlerine saygı göstermek adına önemli bir ilkedir.